BAY DÜDÜK
Sürte sürte bir oldum. Kısmetim bağlanmış demek. Kimse bana is vermiyor,
hiçbir
yerde iş bulamıyorum. insan darda kaldı mı, en olmayacak şeyleri bile
düşünüyor.
Maçka'dan Dolmabahçe'ye doğru, iste böyle en olmayacak şeyleri düşüne düşüne
gidiyordum. Stadyumun önüne geldim, bir ana baba günü. öyle kalabalık,
caddeden
geçmenin imkânı yok. Bu adamlar stadyuma nasıl giriyorlar? insan anaforunun
içinde, bir o yana, bir bu yana fırfır dönüyordum. Bir dalga geliyor, elli
metre aşağı
iniyoruz. önden itiyorlar, yirmi adım geri bas; arkadan dayanıyorlar, otuz
adım öne
yürü. Dört yandan birden sıkıştırıyorlar, o zaman olduğum yerde fırıldak
gibi
dönüyorum.
Bir yere geldim dayandım ki, söküp çıkmanın imkânı yok. Kendimi bu insan
seline
bıraktığımı sanmayın. Ha babam zorluyorum. Ama nereye? Bir saat kadar
debelendim, çabaladım, çırpındım, o insan düğümünün içinden bir türlü
kendimi
söküp çıkaramadım. Bana öyle geldi ki, içine düştüğüm bu insan anaforundan
bir
daha ömrüm oldukça artık kurtulamayacağım. O yana itile, bu yana kakıla son
soluğumu şuracıkta verip güme gideceğim.
İşte tam o umutsuzluk sıramda, bir düdük öttü. Düdük ama, ne düdük... Anadan
doğma sağırın duyacağı bir düdük. Düdüğün ötmesiyle o birbirine kenetlenmiş
insan
kalabalığı şak diye ikiye ayrıldı. Düdüklü adama yol verdiler. Bir de
baktım: Aaa...
Bizim Musa değil mi?
- Musaaaa!... diye bağırdım.
«Ulan Musaaa!...» diye de bağırabilirdim. Ama düdüğe olan saygımdan olacak,
böyle diyemedim. Sesimi duyunca Musa elimden tuttu, beni o kalabalıktan
çıkardı.
Yürümeye başladık. önümüz tıkandıkça, Musa düdüğüne asılıyordu. Düdüğü
duyanlar
birbirlerini ezerek kaçışıyorlar, bize yol açıyorlardı. Musa önde, ben
arkasında, böyle
ilerleyerek stadyumun kapısına geldik. Musa bir düdük de kapıda öttürdü.
Kapıdaki
memur,
- Buyurun! diye bize yol verdi. Turnikeden geçtik içeri girdik. Geniş bir
soluk
alınca,
. Ulan Musa, sen Beden Terbiyesi Genel Mü dürü mü oldun? Nedir bu, düdük
elinde fırfır öttürünce herkes sana yol veriyor? dedim
. Beni bırak da sen kendini anlat, ne iş yapıyorsun? dedi.
. Hiç bir iş yaptığım yok. Beş aydır iş arıyorum. Ama erkeklere iş yok.
Şimdi
gelirken onu düşünüyordum. Bir iki makyaj yapıp kadın kılığına mı girsem?
Ama
onları doğruluyorum. Ben de yanımda çalıştırmak için birisini arasam, kazık
gibi bir
erkek alacağıma, güzel bir kadın seçerdim, içimde kötülük olduğundan değil.
Nasıl
olsa ikisi de aynı işi yapmayacak mı, hiç olmazsa, karşında güzel bir kadın
görürsün
de gönlün gözün açılır.
Musa,
. Anlaşılan, sen iyice bitiksin... dedi.
. Hem de nasıl! Beş ay işsizlik ne demek?
Ondan sonra maçın heyecanıyla konuşmadık.
Maçtan çıktık. Musa, fırfır düdüğü öttürüp bize yol açıyor. Düzlüğe çıkınca,
- Arabaya binelim, dedi.
Binelim binmesine, ama nasıl bineceğiz? Ben diyeyim beş yüz kişi, siz deyin
bin
kişi araba, otobüs bekliyor. Bir bos araba geldi mi, yüz kişi birden
koşuyor.
. Bize iki günde sıra gelmez
Musa,
. Sen dur! dedi.
Önümüzden bir taksi geçerken, cebinden düdüğü çıkarıp, fıır fııır öttürdü.
Düdüğü
öttürmesiyle hızla giden taksi döndü; geldi önümüzde durdu. Biz taksiye
bindik. İşin
şaşılacak yanı, boş arabaya başkaları saldırmadı. Arabada,
- Ulan Musa, yoksa sen Trafik Müdürü mü oldun? dedim.
Parmağını dudağına götürüp «sus!» işareti yaptı. Nişantaşı'nda taksiden
indik.
Musa cüzdana davrandı. Şoför:
. Ayağını öpeyim âbi, para istemez kurban olayım... dedi. Para almadı.
. Şoför tanıdık mı? dedim.
. Yoo... dedi.
. Ulan Musa, yoksa sen Polis Müdürü mü oldun?
Yine bir «sus!» işareti verdi.
- Surdan öteberi alalım da eve gidelim, dedi.
Kasaba gittik. Kasap dükkânının önünde bir kuyruk var, sonu görünmüyor.
Kuyruktakiler sıra kavgası yapıyorlar, birbirlerine girmişler. Bizim Musa
hemen
düdüğe sarıldı. Düdüğün ötmesiyle, herkes yerli yerine çekildi. Kasap da
dışarı
uğrayıp, Musa'ya,
- Buyurun! dedi.
Biz kuyruğu yarıp içeri girdik.
. Bir kilo bonfile...
Kasap soruyor:
. Başka emriniz?
. Beyin var mı?
. On tane yeter mi?
Kasap paketi yaptı. Musa cüzdanı çıkardı. Kasap,
. Vallahi olmaz Beyefendi... diye parayı almadı. Ama biz etleri aldık,
dışarı
çıktık.
. Ulan Musa, yoksa sen Belediye Müdürü mü oldun?
Benim sorularıma hep, sus, diyor.
- Bu aksam yemeği dışarıda yeriz. Bu aldıklarım yarına, dedi.
Ertesi gün pazar.
. Neler istersin? dedi.
. Hiç bir şey istemem, dedim.
Efendim oradan gittik manava. Oradan gittik bakkala. Bizim Musa, dükkândan
içeri girmeden önce bir kere düdüğe asılıyor. Ondan sonra içeri giriyor.
Elimiz
kolumuz paket doldu. Hiç bir yere de on para verdiği yok.
Bir düdük daha öttürüp bir taksi çevirdi. Apartmanına gittik Şoföre:
- Bekle! dedi.
Musa bekâr. Apartımanında bir başına oturuyor. Elimizdekilerini bıraktık.
Kapıda
bekleyen taksiye bindik. Bir gazinoya gittik. O şoför de para almadı.
Gazino tıklım tıklım dolu. Musa düdüğü fora etti. Daha ağzına götürmeye
kalmadan gazinonun önce garsonları, arkadan sahibi olacak, biri koştu.
Bize, sahnenin önünde, bir masa koydular. Biz bişey istemeden masayı
donattılar.
- Ulan Musa, yoksa müfettiş misin?
Ben sordukça, sus, diyor, başka bir şey demiyor. Musa büyük bişey olmuş ama
ne
olmuş? Bir türlü çıkaramıyorum. Sazlar, şarkılar başladı. Biz de kafaları
çekiyoruz.
Garsonlar etrafımızda pervane olmuşlar. Derken arkada bir gürültü koptu.
Sarhoşlar
birbirlerine girdiler. Onlar bıçakları fora ederken bizim Musa da düdüğe
asıldı. O
aslan kesilmiş kavgacılar, düdüğün bir fıırt etmesiyle uyuz it gibi
kuyruklarım kısıp
oturdular.
Bu bizim Musa ne olmuş? Düşünüyorum, düşünüyorum, bir türlü bulamıyorum.
Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu. Gazinocu «para almam da
almam»
diyor.
Bir arabaya bindik, eve geldik. Ertesi gün pazar. Musa kolları sıvayıp kendi
eliyle
yemekler yaptı. Ben gidecek oldum.
- Olmaz, dedi, bir hafta misafirim ol da aklın başına gelsin.
Bir hafta Musa'nın evinde yan gelip yattım. Geziyoruz, tozuyoruz,
eğleniyoruz.
Musa'nın hiç bir yere on para verdiği yok. O verse de almıyorlar.
- Ulan Musa, sen bir büyük adam olmuşsun ama ne? Söyle şunu! diyorum.
Söylemiyor. En sonunda,
- Söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin, dedi.
. Söylemem,
. Dinine?
. Söylemem.
. imanına?
. Söylemem.
Yemin yemin üstüne. Kimseye söylemeyeceğime iyice inandıktan sonra, cebinden
düdüğü çıkardı, öptü, başına koydu.
. iste birader, dedi, bütün keramet bu mübarek düdükte. Bir gün Karaköy'de
dolmuş bekliyordum. Kuyrukta bekle bekle, sıra geleceği yok. Elimdeki
zincire bağlı
düdüğü sallayıp dururken her nasılsa dalgınlıkla düdüğü ağzıma götürüp
öttürmüşüm.
Oradan bir memur koşup geldi, selâmı çaktı. Sen olsan ne yaparsın?
. Bilmem!
. «intizamı temin edin oğlum!» dedim, yürüdüm;
Biraz gittim. Kalabalıktan, caddeden karşıya geçemiyorum. Düdüğü çıkarıp
öttürdüm. Bütün taşıtlar durdu. Karsıya geçtim, «Yahu bu ne iş?» dedim kendi
kendime. Düdüğü öttürdün mü, işler istediğin gibi yürüyor. Sonra anladım
birader.
Bizde bütün işler düdükle yürümez mi? Vapur düdükle kalkar, tren düdükle
kalkar.
Araba düdükle durur. Kavgacı düdükle barış görüş olur. Hattâ düdüğün sesini
duyan
kaçar. Bak, şimdi şu meydanda bir düdük öttüreyim, çil yavrusu gibi herkes
bir yana
dağılır... O zaman anladım, bizde bütün işler düdükle yürüyor. O gün bugün
işte bu
düdüğün sayesinde geçinip gidiyorum. Bak, dinine, imanına başkasına söyleme.
Yoksa eline bir düdük geçiren fırlar ortaya. İşe kesat girer.
Söylemeyeceğime yemin ettim, ama, yazmam diye yemin etmedim ya... İşte
yazıyorum. Simdi benim de sizden bir ricam var. Su söyleyeceklerimi siz de
sakın
başkasına söylemeyin. Musa'dan ayrılınca hemen bir düdük de ben satıh aldım.
Taksim
meydanında bir düdük öttürdüm. Gelgelelim, hiç kimse düdüğe aldırış etmediği
gibi, ilk öttürüşte beni yakaladılar. Ertesi gün de gazeteler «Sahte
müfettiş
yakalandı», «Kendine polis süsü veren biri tutuldu» gibi benim için yazmadık
söz
bırakmadılar. Oysa, Tanrı bilir ya, düdük öttürmekten başkaca hiç bir suçum
yoktu.
Ondan sonra anladım ki, bizde düdük geçiyor geçmesine ama, öttürmesini
bileceksin.
Benim gibi, düdüğü öttürürken, elin ayağın titrer, öttürsem mi, öttürmesem
mi diye
kuşkuya düşersen hapı yuttuğun gündür.
Benim de sizden ricam, düdüğün nasıl öttürüleceğini başkalarına
söylememenizdir.
Yoksa düdük, öttürmesini bilen için çok işlere yarıyor.
Aziz Nesin.