Türk Dil Devrimi’nin Yeni Boyutu
GÜNEŞ DİL TEORİSİ
Atatürk Türk Dil Devrimi'ni tasarlayıp gerçekleştirirken doğal olarak etkisi yüzyıllarca sürecek bir iş yaptığının bilincindeydi dersek yanılma payımız çok az olur kanısındayım. O'nun gibi ileri görüşlü bir lider için böyle düşündüğümüzden dolayı hiç kimse de bize eleştiri gözüyle bakamaz sanırım. Max Müller'in '' Bir bilim kurumunun tartışmaları sonucu yaratılmış, ancak bir başına kalmış insanın Türkistan bozkırlarında yaratılıştan kaynaklanan yasalarla yarattığı anıtı, hiç bir bilim kurumu yaratamaz '' diye nitelediği ve yabancı unsurların yüzyıllar süren saldırılarıyla iğdiş edilmiş bir dili Türk Dil Devrimi'yle yeniden kendi benliğine kavuşturma düşüncesi ve eylemi Türk İnkılâbı karşıtları tarafından bile yadsınamaz. Türk Dil Devrimi'nin mayası olan Güneş Dil Teorisi'nin O'nunla özdeşleşmesi kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Öyleki '' İbrahim Necmi Dilmen'in DTCF'nde vermekte olduğu Güneş Dil Teorisi dersini Atatürk'ün ölümünün hemen ardından kesmesinin nedenini soranlara: 'Güneş öldükten sonra onun teorisi mi kalır' demesi bunun en somut kanıtıdır.
Atatürk Türk İnkılâbı’nın düşünce ve savaş aşamalarını başarıyla geçmiş ve son aşama olan devrimlere gelince iki büyük tezi odak noktası alarak Batı Medeniyeti'nin karşışına/yanına dikilmiştir. Bu iki tez; TÜRK TARİH TEZİ ve GÜNEŞ DİL TEORİSİ'dir. Bu iki tez olmasaydı BATI kazandığımız zaferi ve özgürlüğümüzü hiç bir zaman kabullenmeyip Sevr'i ısıtıp ısıtıp önümüze koyardı. Nitekim bu yöndeki çalışmaların çoğunda caydırıcı güçlerimiz olan ordumuz ve ekonomimizin yanında bu iki tezin etkinliği gözden kaçmıştır. Türk Tarih Tezi bizim konumuz olmaması nedeniyle bir kenara bırakılıp burada yalnız Güneş Dil Teorisi'ni irdelemeye çalışacağız.
Neydi bu GÜNEŞ DİL TEORİSİ? Yeni kuşakların adını bile bilmediği bu teori bir ulusun yeniden dirilişinde kültürel temel taşlarından biridir. Güneş Dil Teorisi 1936 yılında III. Türk Dil Kurultayı'nda sunulmuştur. Zaman içinde teorinin birçok yorumu ortaya çıkmıştır.
Birinci yorum Türk Tarih Tezi paralelinde gelişmiştir: Uygarlık Orta Asya'da doğmuş ve Türkler tarafından dünyaya yayılmıştır. Bunun sonucu olarak da Türkçe başka diller için bir kaynak olmuştur. Doğaldır ki Türklerin gittikleri yerlerin dillerinde Türkçenin etkisi vardır.
İkinci yorum: Güneşin ilk insanlarda bıraktığı etkinin dillerini oluştururken de kendini hissettirdiği görüşündedir. İnsanlar güneşi ilk gördüklerinde normal olarak 'ağ' dediler ve tüm temel anlamları da bu sözcükten türettiler.
Üçüncü yorum da teorideki güneşin Atatürk olduğu konusunda birleşiyor.
Bu teoriden sonra Dil Devriminin şimdiye dek geçirdiği aşamalar herkesçe bilinmektedir. (T.D.K., Tarama Sözlüğü, Arılaştırma çalışmaları vb.) Ama Dil Devrimimizde bir kaç nokta herkesin gözünden kaçıyor. Dil Devrimimiz kim ne derse desin bitmedi, hala sürüyor. Gerçekte canlı bir varlık olan dilin değişiminin sona ermesi düşünülemez. Türkçedeki değişimin, Atatürk'ün düşünce, ilke ve kurumlarının yaşadığı bir Türkiye'de onun gösterdiği hedeften saparak devam ettiğini düşünmek insafsızlık olur: Türkçe onun çizdiği yolda değişip gelişmektedir.
Son yıllarda teknolojik gelişmelerin kaçınılmaz sonucu olarak dünyamız küçülmüş küreselleşme gibi kavramların ışığında yeryüzü bir köye dönüşmüştür. Dünyayı küresel bir köy olarak görmemizde teknolojiden sonra en büyük etken insan düşüncesinin yerelden genelle uzanmasıdır. 20.yüzyılda siyasal sistemlerden ticari ürünlere kadar her şey yerel sınırlarından taşıp tüm dünyaya yayılma eğilimi göstermiştir. Rönesans ve Reformla başlayan bu yayılma eğilimi Nazilerle bir ivme kazanmış, soğuk savaş yıllarında demokrasi ve sosyalizm çatışmasıyla doruğa ulaşmış, teknolojik ürünlerin dış satımıyla çılgınlık haline gelmiştir. Bugün tüm dünyada CocaCola içebilir, Mc Donalds'da hamburger yiyebilir, Toyota marka otomobille gezebilir, Lewıs pantalon giyebilir, C.Dior parfüm kullanabilirsiniz; üstelik her yerde aynı standartta bu ürünleri elde edebilirsiniz. Yedikleri, içtikleri, giydikleri ayni olunca insanlar da uzaktan bakınca bir farklılık bulmak olası değildir. Uzaktan olası değildir ama yanına gidince, elini sıkıp ya da dokunup -Merhaba deyince. Düşünün herhangi bir yerde bir Mc Donalds, önünde Toyota otomobiller, içinde Lewis pantalon giymiş CocaCola içip hamburger yiyen ayrı uluslardan onlarca insan. Konuşmadığınız sürece onların hangi ulustan olduğunu anlamanız çok zordur. İşte burada dilin önemini belirtmeye gerek var mı? Ya bir gün diller de CocaCola ya da Lewis pantalon gibi ihraç edilirse? Şimdi herkesin bu işin yüzyıllardır yapılageldiğini söylediğini duyar gibiyim. İngilizce, Almanca, Fransızca yıllardır ihraç ediliyor. Bu ihracat işinin birçok boyutunun olması önemini daha da artırıyor: Ekonomi açısından bakarsak bu dillerin konuşulduğu ülkeler öğretmen, dil laboratuarı, ders materyalleri ''kitap, kaset vb.'' satıyor. Bu dilleri öğrenmek için ülkelerine gelenlere kurs yanında her şeyi sattıklarına söylememize gerek var mı? Kültürel açıdan bakarsak gelenek, görenek, düşünce sistemi ve dostluk evet dostluk, arkadaşlık, yakınlık satılıyor. Siz hiç iyi İngilizce bilen bir İngiliz ya da Amerikan düşmanı gördünüz mü? Unutmayın ki bilmek yakınlık, sevgi ve muhabbet getiriyor.
GÜNEŞ-DİL KURAMI NEDİR?
"Güneş-Dil Kuramı diye anılan görüş, dillerin ortaya çıkışı, felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisine ilişkin olarak öne sürülmüştü. Bunda da en büyük etken, o yıllar Avrupa’sında bu konuda çok değişik kuramların ortaya atılmasıydı.
Bir Cizvit papazı olan Sümerolog H. Barenton, Sümerceyi bir anadil olarak değerlendiriyordu. (...) Kitabının 1. Cildinin başlığı, Sümercede korunmuş olan dillerin ilkel kökleri, ikinci cildin başlığı da bunların Sümerceden türeyişi idi. H. Barenton Paris'teki Türk Büyükelçiliğinden Atatürk'ün dil çalışmalarına önem verdiğini öğrenince özel bir mektupla birlikte ona kitabını göndermişti.
Almanya'da Ernest Böklen de 1922'de yayımladığı kitabında dillerin kökenine ilişkin olarak bir A-Dil Kuramı öne sürmüştü. Viyana Üniversitesinde Doğu dilleri üzerine doktora yapmış olan Hermann F. Kvergic ise 1935 Ocak ayında hazırladığı 'Türk dillerindeki bazı öğelerin psikolojisi' adlı incelemesini Atatürk'e göndermişti. 41 daktilo sayfası tutan ve 55 bölüme ayrılmış olan bu yazı Atatürk'ü fazlasıyla ilgilendirmişti. Olayların tanığı Dilaçar'ın aktardığına göre Güneş-Dil kuramı, işte bu metin üzerindeki çalışmalar sonucunda Avrupa'daki diğer incelemeler de dikkate alınarak ortaya çıkmıştı.
Güneş-Dil Kuramında, ilk sözcüklerin ve genel kavramların güneşten kaynaklandığı varsayılıyordu. Dilin doğuşunun duygusal haykırışlara dayandığı, en doğal haykırışın 'Ağ!' olup bunun da güneşin adı olduğu kabul ediliyordu. Ancak böyle bir kuramın öne sürülmesindeki amaç, Türkçeyi özleştirmekten vazgeçme değil, Türk Tarih Tezine paralel bir Dil Teorisi/ Kuramı kabul etmek idi: Türkçe, Türk uygarlığı ve kültürü kadar eski ve bir anadildir. Türk dili, taş ve maden devirlerinde kültür sözcüklerini göçlerle yeryüzündeki dillere yayan eski ve büyük bir kültür dilidir.
Kuramın kökenleri bilinmeyen Arapça ya da başka dillere ait sözcüklerin Türkçe sayılması gibi bir yönde de kullanıldığı görülmüştü. Ama 1935'te başlayan ve Türk Dil Kurumu'nun 1936'daki üçüncü kurultayında kabul edilen Güneş-Dil Kuramının uygulamada kimi kez aşırılığa kaçıldığı ve bir çıkmaz yarattığı görülünce bundan vazgeçilmişti."
Atatürk'ün ulusçuluk anlayışına değil, "dine ve ırka" dayalı Milliyetçiliğe sarılanların, dil devrimini karalamak için kullandıkları Güneş-Dil Kuramı, birkaç yıl Türkiye'deki bilimcileri uğraştırmış, sonra tarihin sergenlerindeki yerini almıştır.